Archive for the Category » Yaşam «

Pazartesi, Şubat 23rd, 2015 | Author:

Morgan Freeman’ın Through the Wormhole belgeselinin “Ölümsüzlük arayışı” ile ilgili bölümüne rastladım bugün. Çok ilginç şeyler konuşuldu; çağrışımlarıyla anlatayım…

Uygun koşullarda saklanmış, bozulmamış bir insan beyni alınır. İnce dilimler halinde kesilir. Sonra bu dilimler küçük küpler haline getirilir. Her bir küçük parça taranıp içindeki veriler –bilgiler, anılar, tecrübeler- bilgisayara aktarılır. Bilgisayar bu küçük parçalardan aldığı verileri birleştirir ve beyin yeniden yaratılmış olur. Dijital olarak kaldığı yerden hayatına devam eder.

Bundan sonrasında iki seçenek var. İlk senaryo, bulut üzerinde çalışan ve bir de yedeği olan bir model. İkinci seçenek daha fiziksel bir senaryo: Bir silikon robotik vücudun içine, taranmış dijital beynin entegre edilmesi.

Tüm bu senaryoların yanında bir de Hiroshi Ishiguro’nun Geminoid adlı silikon androidleri var. Gerçek insanların tıpatıp kopyası olan, hareket ve algı kabiliyetleri bulunan insansı robotlar. Aşağıdaki videoda bu androidlerin örneklerini ve model alınan kişileri görebilirsiniz. İkinci senaryo ile bu androidleri birleştirdiğimizde ortaya çıkan tablo: Öldükten sonra silikon bir vücutla –belki de kendi gerçek vücudunun, istediği yaştaki kopyası olan silikon bir vücutla- hayatına devam eden dijital beyinler; üstelik sürekli güncellenecek bir vücutla. Sonsuz yaşam..! Gelecek senaryolarında sıkça bahsedilen insanın ölümsüzlüğünden, beynin ölümsüzlüğünü mü anlamalıyız acaba?

Pazar, Haziran 15th, 2014 | Author:

Yenikapı-Hacıosman metro hattını kullanırken.

 

Category: Genel, Yaşam  | Tags: , , ,  | Leave a Comment
Pazar, Mayıs 11th, 2014 | Author:

“Gamification(Oyunlaştırma) geliyor, geldi, hayatın içinde, hayatın kendisi zaten Gamification” diyoruz, duyuyoruz, okuyoruz. En etkili bilinç ve farkındalık yaratma, doğru davranışa yönlendirme şekli, geleceğin eğitim yöntemi diyoruz. Son yıllarda onay ve kabul gören düşünceler hepsi. Bugün bu durumun gerçekliğini bir kez daha yakından, çok yakından, en yakından gördüm. Hem mesafe olarak, hem aradaki ilişkisel bağ olarak.

Oğlumla evden çıkmaya karar verdik. “Yanımıza DS’i de alabilir miyiz? Alalım ama oynamayacağım, uyku modunda senin çantanda dursun” dedi. (DS olarak bahsi geçen Nintendo 3DS mobil oyun konsolu) “Alalım..?? ..da niye” sorusu geldi benden hemen devamında, haklı olarak. Bir de bugün yürüyerek gidip dönsek olabilir miymiş? Normal koşullarda zamanla yarışır ve yürümemeyi tercih eder. Dolayısıyla şaşırtıcı bir soru. more…

Salı, Ekim 01st, 2013 | Author:

Uyandığımız andan itibaren kafamız dolu, daha dolu, çok dolu, en dolu, artan bir grafikle hep dolu… Rutin akışın dahi yolunda gitmesi için bir plan program hali, hep bir koşturma durumu, birşeylere yetişme kaygısı içindeyiz. Çoğumuz için vücudumuz ve zihnimiz tam bir tezat içinde. Beynimiz tam performans çalışmaya gayret gösterip, bunun için sanal ve fiziksel dünyalarımıza konsantre olmaya uğraşırken vücudumuz ise zorunlu hareketler kategorisinde çok da başarılı olmayan bir performans sergiliyor. Oturuşumuz bozuk, yürüyüşümüz dağınık, boyun ve sırt kaslarımız ağlıyor. more…

Perşembe, Ağustos 29th, 2013 | Author:

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dijital dünyadaki her adımımızın kayıt altında tutulabileceği bir dönemdeyiz çok zamandır. Pek çoğumuz bu durumu koşulsuz şartsız bir şekilde kabul etmiş olarak, gönüllü bir şeffaflık içinde devam ediyoruz yeni dünyadaki hayatlarımıza. Teknolojinin işimize yarayacak tüm yönlerini hayatımızın bir parçası yaparak, sosyal ağlarda aktif olmanın psikolojik, duygusal ve iletişim anlamında keyfini ve hezeyanlarını yaşayarak, dalgalı bir yolda ilerlemeye çalışıyoruz. Bilimsel çalışmalar gösteriyor ki bazı hormon dengelerimizdeki değişimlerin uçları bile sanal dünyadaki hayatlarımızla bağlantılı. Böylesi bir etkileşim, iletişim ve sosyal yapı içinde “Teknososyopsikoloji “ adını verebileceğimiz birleşik bir kavram tanımlayıp, üzerine tezler hazırlayabilir, milyonlarca farklı hikâye dinleyebiliriz. more…

Perşembe, Mayıs 03rd, 2012 | Author:

Ayşe Kulin- Gizli Anların Yolcusu


Sonla, mutsuz sonla başlayan bir kitap. Evinin balkonundan düşüp ölen bir kişi ve onu bulan bir diğeri… Yerde yatanın kim olduğunu söylemek istemiyorum ama diğer kişinin İlhami olduğunu söyleyebilirim. Kitabın önemli karakterleri çok ama bu iki kişiyi başkahramanlar olarak düşünebiliriz. Bu sahnenin hemen ardından taa en başından, olayların, yaşamların bu noktaya nasıl geldiğinin hikayesine geçiliyor. Olayların ve anların içine serpiştirilmiş, her bir kahramanın  ayrı ayrı yaşam öyküleriyle birlikte… Aile, arkadaşlık, kardeşlik, sevgi, aşk, cinsellik, eşcinsellik… Hepsi birarada. Bir yandan en azından görünürde toplumsal değerlere bağlı kalmaya çalışmak, bir yandan tutkularını ve duygularını özgürce yaşamak üzerine yapılan kurgu ve planlar. Finale doğru bu iki yolun birbirini kestiği anda olaylar karışır, yaşamlar altüst olur. Hikayenin en gençlerinden birisi için yaşam biterken, diğerleri için  yeni bir yaşam başlar.

Gizli Anların Yolcusu çok hızlı okunan bir kitap. Varlığını hepimizin bildiği ama çoğumuzun yakınımızda hissetmediği yaşamlar hakkında. İsmi kitabı özetler gibi. İlhami için gizli anlarla başlayan ve bu şekilde ilerleyen bir yolculuk. Kitap ipuçlarıyla dolu. Karşınıza çıkacak olayları tahmin edebiliyorsunuz ama bunun bir sakıncası yok. Yine de merakla devam ediyorsunuz okumaya. Kitap biraz da başka hayatların kilitli kapılarının ardında yaşananlara duyulan merak duygusuna hitap ediyor. Mutsuz son mutlu sona dönebilir miydi? Bence daha mutlu, daha zararsız bitebilirdi. Kitabın başında yerde yatan kahramanımız daha dürüst ve  samimi olsaydı, İlhami tüm olası senaryoları göze alarak kendi hayatına karşı daha cesur olsaydı, İlhami’nin bir dönem cinselliği de paylaştığı ortağı, bu konu kapandıktan sonra kendi hayatına odaklanıp iyiniyetli davranabilseydi herşey başka olabilirdi. Yine birileri üzülebilirdi ama özellikle ailedeki hayal kırıklıkları bu denli ağır olmazdı.

Ercan Akbay-Ten Kokusu


Mutsuz sonla başlayan bir kitap daha… Sevgilisini öldürdüğünü düşünerek kaçan, ama nasıl öldürdüğünün bence çok da farkında olmayan, iyi bir hayatı olan bir adam. Kahramanımız olayın ardından kaçar, annesinin Silivri’deki yazlık evine gider. Aslında şöyle de diyebiliriz: Eninde sonunda yakalanacak veya teslim olacaktır. Bunlar olmadan önce annesine uğramak ister. Sevgilinin ölmediği, ağır yaralı olarak hastanede olduğu haberi gelir önce, bu doğrudur ama hemen ardından da ölüm haberi gelir. Emekli bir hukukçu olan anne, oğlunun durumuyla ilgilenebilmek, onun avukatlığını yapabilmek için yeniden mesleğine dönmeye karar verir. Anne son derece sevecen ve bu durumu en az zararla nasıl atlatabiliriz düşüncesiyle, herşeyi bilmek ister. Kahramanımız olup biteni annesine anlatırken biz de tüm detaylarıyla hikâyeyi öğreniriz. Bu kitapta da gizli anlar var ama daha az, daha çok tutarsızlık ve entrika var. Hikâye bir kadınla bir erkeğin Beyoğlu’ndaki bir barda başlayan yakınlaşmasıyla akmaya başlar. 45 yaşında bir erkeğin, kendisinden 10 yaş genç bir kadınla yaşadığı tanımsız bir ilişki. Yanyana gelindiği ilk anda, kadından  gelen koku erkeği öylesine etkiler ki, kendisini esir alan bir aşk iksiri olarak anlatır bu kokuyu. Elmalı şampuan, ünlü bir parfüm ve kadının ter kokusunun karışımı olan bir koku. Önce aşk sanılan daha sonra karşı konulmaz bir tutkuya dönüşen, finale doğru da karmaşıklaşan bir ilişki.

Bir de rüyalar var kitapta. Kahramanımızın adeta ikinci bir yaşam yaşıyormuşcasına, ard arda, bir bütünün parçaları olan rüyaları. Hikâye ilerlerledikçe, rüyalar gerçek yaşamdaki tutkuları ve olayları açıklamaya başlar. Her iki yaşamda da herkes birbirine görünmez iplerle bağlı, her iki yaşamda da tüm karakterler benzer bir oyunun parçasıdır. Gerçek yaşamdaki acı hikaye çok ilgi çekici değil ama bu kitabı da yine aynı merakla çok hızlı bir şekilde okuyabiliyorsunuz.

Kitabı ilginç hale getiren rüyalarda  yaşananlar… Rüyalarda anlatılan, gelecekteki başka bir zamana ait olan yaşam kurgusu ile kitap Thea Alexander’ın M.S. 2150’sini hatırlatıyor. Ercan Akbay da M.S. 2150’yi okumuş olabilir diye düşündüm kitabı okurken. Okumuş olma ihtimali ve başka dünyaya ait gibi değerlendirmeyip, üzerine düşünüp, devamında böyle bir kurgu yapmış olma olasılığı hoşuma gitti. Öyle değilse daha da güzel aslında… Her koşulda keşiflerle dolu, çift yönlü, eş odaklı ve farklı boyutlar içeren, merakla okunan, sonunda birleşerek taşları yerine oturtmaya çalışan, aslında aynı olan iki farklı hikâye çıkmış ortaya.

Çarşamba, Şubat 29th, 2012 | Author:


Dünden yarım bırakılan işler var. Bu hafta yapılması planlanan ve hafta ortası olmasına rağmen hala başlanılamayanlar. Gelecek haftaya ve ileriki zamanlara dair yapılması gereken başlangıçlar. Çocuklarla ve sevdiklerimizle geçirmek istediğimiz zamanlar, sadece kendimize ayırmak istediğimiz zamanlar. Spor yapmak, istediğimiz beslenme düzenini oturtmak ve keyifli yemek ortamları yaratmak da önemli yaşamdan aldığımız zevk ve verdiğimiz ışık anlamında. En azından haftada üç gün biraz erken yatabilmek, haftada iki gün biraz geç kalkabilmek… Sonra sevdiğimiz müzikler ve aklımızda bir köşede duran ve sayıları gittikçe artan filmler ve kitaplar var ilgilenilmesi gereken. Yeni yerler görme isteği zaten her daim… Ayrıca gönüllü olarak verilen sözler var hem kendimize hem iletişimde olmaktan mutluluk duyduğumuz kişilere. Kafamıza taktığımız ufak tefek şeyler de olmuyor değil tabii ilişkilerimize dair. Bitmez…! …ve bitmesin de…

Pazartesi, Şubat 20th, 2012 | Author:


Oksitosin nedir? Kendisi sevgi hormonu, aşk hormunu ve hatta sosyallik hormonu olarak da tanınıyor. Doğum esnasında rahmin kendiliğinden genişlemesini ve emzirme döneminde süt salgılanmasını ona borçluyuz. Aşkı başlatan kimyasal da salgıladığımız oksitosinmiş. Oksitosin aynı zamanda aile duygusunu ve evcimenlik hissini de artırıyormuş. National Geographic’e göre oksitosin, dokunma ve sarılma sırasında salgılanan bir hormon. Uyurken sevdiğiniz kişiye sarılmazsanız salgılanmazmış mesela, aynı yatakta uyumak yeterli değil yani. more…

Cuma, Şubat 03rd, 2012 | Author:
Futurist Thomas Frey

Futurist Thomas Frey

TEDxReset bu yıl da müthişti. “Quo Vadis” yani “Yolculuk Nereye” başlığı altında birbirinden renkli konuşmacıların deneyimlerini, bakış açılarını ve yaşamdaki yollarını dinledik. TEDxReset’lerin ilginç bir yanı var. Konuşmacıları dinlerken beyninizi üçe bölüyorsunuz. Bir yandan anlatılanları dinlerken, diğer yandan kendi yaşamınızı gözden geçiriyorsunuz ve eş zamanlı olarak da geleceğe dair uyarılar yapıyorsunuz kendinize, aldığınız yeni kararlar eşliğinde… Tüm bunlar olurken aynı zamanda hayatınızın en keyifli günlerinden birini yaşıyorsunuz. more…

Salı, Ocak 24th, 2012 | Author:

1986 tarihli bir şarkı; Vak The Rock’ tan. O zamandan beri dinlediğim bir şarkı. Benim onu gerçekten keşfettiğim zaman ise bugün…

Güneş doğar, Güneş batar, Ama insan uyumaz bazen, Düşünür…

…ve bu sayede hemen akabinde bir şarkı daha keşfedilir.
Hatırlıyor musun kim olduğunu, Hala hissedebiliyor musun, Ne zamandır farkında mısın yokluğunun, Arasan bulur musun kaybolduğun yerleri…

Category: Kültür-Sanat, Yaşam  | Tags: , , ,  | Leave a Comment