Pazar, Kasım 10th, 2013 | Author:
Sona Doğru

“Sona Doğru” okyanusun ortasında hayatta kalmaya ve kurtulmaya çalışan bir adamın hikâyesi. Robert Redford, filmin başkahramanı ve aynı zamanda tek oyuncusu. Film boyunca ismi hiç geçmiyor. Filmde karaktere ve onun bu yolculuk dışındaki yaşamına dair tek bir ipucu yok. Sağ elinde ince bir yüzük, sol elinde yeşil taşlı irice bir yüzük var; bir de saati ve bileklikleri… Onlardan size ne çağrıştırırsa o kadar.

Film sonsuz bir okyanus görüntüsüyle başlıyor. Sonsuz deniz görüntüsüne kahramanımızın konuşması eşlik ediyor. Kendi sesinden, maceranın son zamanlarında yazdığı anlaşılan bir mektup. Filmde bundan başka pek bir konuşma yok. Film ilk andan itibaren sizi öylesine içine alıyor ki, tam konsantrasyon konuşmayı dinlerken buluyorsunuz kendinizi. Siz, deniz ve Redford’un sesi… Zihniniz ikiye bölünüyor bir anda, bir yandan tek kelimesini kaçırmadan konuşmaya konsantre oluyorsunuz, bir yandan da konuşmanın size hissettirdiklerini kendi yaşamınızdaki noktalarla eşleştiriyorsunuz. Enteresan ve güzel bir his. Filmin tamamına dair küçük bir not daha: Filmden çıktığınızda korkularınızdan da uzaklaşmış hissediyorsunuz adeta.

İsmini bilmediğimiz kahramanımız Hint Okyanusu‟nda yelkenlisiyle birlikte tek başına. Filmin başında, 12 metrelik teknesine aldığı bir darbenin sesiyle uyanıyor. Bir konteyner tekneye çarpmış ve ciddi bir hasar vermiştir. Teknesinin zarar gören bölümünü onarır ancak navigasyon aletleri ve telsiz ekipmanı bozulan adam, bilmeden şiddetli bir fırtınaya doğru ilerler. Elinde sadece denizcilere özel eski usul yer bulma aletleri ve haritası kalan adamın tek umudu, nakliyat rotasında kalıp bir gemiyle karşılaşmaktır.

Yazan ve yöneten, J.C. Chandor. Chandor film için “Hayatının ilerleyen yaşlarında olan bir adamın beş, altı aylığına denize açılması ile ilgili çok basit bir hikâye.” diyor. “Kader araya giriyor ve kaza yapıyor ve sonunda onunla sekiz gün sürecek, hayatı için savaşacağı bir yolculuğa çıkıyoruz.” “Sona Doğru” insanların dehasına ve direncine övgü olarak yapılmış bir film. Redford‟un karakteri pes etmeyi basitçe reddediyor: “Bu karakter insanların vaz geçip “bu çok fazla‟ dediği noktaya doğru ilerliyor.

Filmin yapım aşaması da ilginç detaylarla dolu. Çekimlerde üç adet yelkenliye ihtiyaç duyulmuş. Biri açık denizde, biri dar iç alanların çekimlerinde ve üçüncüsü ise özel efektli sahnelerde kullanılmış. Yelkenliler geldikten sonra ekip bir keşif ve deneme öğrenme sürecine girmiş.  Chandor “Bir yelkenlide yapılabilecek ne varsa neredeyse hepsini yaptık. Batırdık, tekrar hayata getirdik, kullandık, çok şiddetli fırtınaya maruz bıraktık, ters döndürdük ve tekrar batırdık. Bence bu teknelerin nasıl çalıştıklarını iyi anlamak en önemli basamaktı; nasıl kullanıldıkları ve battıklarını.” diyor.

Film boyunca Redford’u zorlayıcı fiziksel sahnelerde de izliyoruz. Bu sahnelerin çoğunda dublör kullanılmamış. Redford, teknenin arkasında sürüklenmekten, yelkene tırmanmaya, hatta açılış sahnesinde göreceğiniz çarpıştığı konteynerin üstüne atlama sahnesine kadar hepsini kendi canlandırmış. Hayranlıkla ve o yaşlarda böylesi bir fizksel güç ve yeteneğin ne şahane ve mümkün birşey olduğunu düşünerek izledim.

“Sona Doğru”nun kuru bir kara parçasında çekilmiş tek bir sahnesi yok. Filmin çekimleri Pasifik Okyanusu‟nda, Karayıp adalarında, Ensenada koyu da dahil Meksika‟da, San Diego” açıklarında yapılmış. Açık deniz her çekim için uygun olmadığından batırma sahneleri için ayrı ve özel bir yer kullanılmış. Bu sahnelerin çekimleri Meksika‟da “Titanik” filmi için özel inşa edilmiş tankta gerçekleştirilmiş.

Chandor, tekne ile dünya turuna çok yakından alışkın. “Tek başıma bir okyanus geçmesem de yelkencilik, büyürken hep etrafımda olan bir şeydi. Yani çalıştığım konunun temel paletinde neler olduğunu biliyordum.” diyor. Yapımcı Neal Dodson şöyle tarif ediyor filmi: “Doğaya ve kendine karşı savaşan bir adamın denizde kaybolması hakkında varoluşsal bir aksiyon filmi.”

Chandor seyircinin, Redford‟un cesur hayatta kalma mücadelesinde kendilerini görmelerini umuyor. “Benim umudum bu karakterin, seyircilerin kendilerini ya da bir parçalarını görebildikleri bir araç olması. İnsanların tüm ilkel karakteristik özelliklerinin; umutlarının, endişelerinin, hayallerinin, kaygılarının ve korkularının cisimleşmiş haline gelmesi. Bu tamamen açık bir şekilde sergilemek istediğim bir şey değil ama bir bakıma ayna görevini görmesini istedim.” Diyerek özetliyor filmden beklentisini. Filmden hemen sonraki ruh halimi düşündüğümde Chandor’un hedefine tam olarak ulaştığını söyleyebilirim.

Filmdeki etkileyici sahnelerden biri adamımızın hayatta kalma çabası içinde, teknedeki suya gömülmüş yiyecekleri ve işe yarar malzemeleri toplarken birden buna ara vermesi ve aynanın karşısına geçip traş olmaya başlaması. Redford filme ilgili bir konuşmasında bu sahnenin hissettirdiklerini çok iyi açıklıyor: “En garip şekillerde olasılıklara karşı çalışıyorsunuz. Ama olasılıklar çok güçlü şekilde size karşı ise hayatınızda normal bir şey yaratmak için savaşıyorsunuz, bu çok garip gözükse bile” diyor.

Filmin müzikleri Alex Ebert’e ait. Film bittiğinde yazılar geçerken aşağıdaki şarkı eşliğinde tüm olup biteni yeniden düşünüp kendi hayatınıza farklı bir yoldan geri dönüyorsunuz.

You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.
Leave a Reply

CAPTCHA (Şahıs Denetim Kodu) Resmi
*