Archive for the Category » Yaşam «

Cuma, Mart 11th, 2011 | Author:

Eski kadınları arıyorum – duygusal ve cesur eski kadınları…

Bitpazarlarını, tozlu ve nemli ahşap kokan antikacıları, yüzlerce yıllık şehirleri, eski binaları, eserlerine hayran olduğum kişilerin bir zamanlar yaşamış oldukları evleri, müzeleri gezmeyi seviyorum. Yüzyıllık, üstü deri kaplı, ceviz bir yazı masasının arkasına geçiyorum ve üzeri yer yer çizik, ahşabı soluk ve cilası yitik masanın üstünden elimi usulca geçiriyorum. Gözlerimi kapatıp, bu masada, en büyük aşkını, en zarif mısralarla, tüy kalem ve kurutma mürekkep düzeninde kâğıda dökmüş, gizli saklı bir kadın şairi düşlüyorum, içim akıyor. Veya yüzlerce yıllık bir tarihi eserin içinde gezinirken, bu taş koridorlardan, elinde şamdanı, uzun, saten ve dantel eteğini sürüyerek geçip giden bir saray kadınını düşünüyorum. Sonra eski şarkıları dinliyorum cızırtılı kayıtlardan – artık kullanılmayan sözcüklerle ifade edilmiş eski aşkları, zarif ve içten duyguların dile geldiği melodileri sanki içime katarcasına dinliyorum ve derinimde neye, kime ait olduğunu anlayamadığım bir özlem beliriyor. Eski, güçlü kadınları arıyorum… more…

Pazartesi, Mart 07th, 2011 | Author:

Tüm samimiyetimle en baştan söyleyeyim “yaşam koçu, kariyer koçu, öğrenci koçu, kuantum koçu, basketbol koçu… Hepsine bayılıyorum. İlerletme, geliştirme amacı taşıyan her şeye ve bu yolda sunulan, elde edilebilen, fark edilen tüm olanaklara müthiş bir sempatiyle bakıyorum.”

Kişisel gelişimle ve farklı durumlardaki farklı psikolojilerle ilgili çok çeşitli kitap ve kaynak var. Neredeyse elimizin altında diyebileceğim kadar yakınımızda tüm bu bilgiler. Birçoğumuzun almış olduğu eğitim ve danışmanlık hizmetleri var; meraktan veya ihtiyaçlar doğrultusunda. Sebep ne olursa olsun, okuduklarımız hangi derinlikte olursa olsun hepsinden geriye kalan birşeyler var bizde. Hayatımızda etkisini direkt olarak hissettiren veya zamanı geldiğinde kullanılmak üzere içeride biryerlerde bekleyen. more…

Cuma, Şubat 25th, 2011 | Author:

Ciddi mesele… Birkaç işi bir arada yürüttüğünüzü varsayın. Tek tek ele aldığınızda bir kısmı vasat, bir kısmı olağanüstü görünen işler. Hepsini birarada düşündüğünüzde ise elde ettiğiniz toplam maddi ve manevi değer -daha da artması motivasyonu ile birlikte-  memnuniyet verici. Tüm bu işlerin paralel olduğu düzlemler ve kesiştiği noktalar da varsa… Biri diğerini, tamamı sizin gelişiminizi destekliyorsa…  Bunlar da durumun ultra cazip yanları… Herşey memnun mutlu, plânlı programlı giderken beklenmedik bir fırsat çıkıyor meselâ birden. more…

Salı, Şubat 22nd, 2011 | Author:

Bugünün dünyası kesişen meslekler, kesişen yollar ve farklı coğrafyalardaki benzer duyguları içeriyor. İnsanlar arasında daha çok ortak nokta var artık. İnternet sayesinde bilgiye ulaşmanın ve iletişimin sınırsızlığı mı dersiniz,  2012’nin tüm varsayımlarıyla yaklaşmasının getirdiği etkiler mi dersiniz, bilemiyorum ama dünya değişti, değişiyor. Yaşam alışkanlıkları ve gereklilikleri de değişiyor.

Tek birşey yapmak çoğumuza yetmez oldu. Para kazanacağımız sevdiğimiz bir işimiz olsun ve bu konuda uzmanlaşalım, en iyilerden olalım; iş dışında da algımız açık olsun, ilgimizi çeken konuları derinlemesine araştırıp, zevkle öğrenelim, paylaşalım, yarı uzman olalım; ayrıca fiziksel aktivite, yetenek, el becerisi ve belki biraz da sabır gerektiren uğraşlarımız olsun. Hobilerimiz de hayatımızdaki yenilenme ve dışa vurum kaynaklarımızdan biri olsun. Dopdolu keyifli bir yaşam…  Bir de yalnız olmayalım tabii…

Sevdiğimiz tek bir iş yoksa, çok iş varsa yapabileceğimiz ve aynı zamanda  paraya dönüştürebileceğimiz…  Daha da şanslıyız o zaman. Mesai ve ofis bağımsız bir işler zinciri kurgulayıp, ona uygun adımlar atarak daha çok uzmanlık gerektiren, daha yoğun ama daha renkli bir iş hayatı da yaşam seçenekleri arasında olabilir. Doğru analiz, doğru bakış açısı, doğru plân ve sürekli güncellenen kişisel ve mesleki gelişim hali koşuluyla…

Pazartesi, Aralık 13th, 2010 | Author:

Kuru incir sevmek de varmış hayatta; hem de incir sevmezken… Daha önce tatma zahmetine bile katlanmayarak her türlü şansı esirgemiştim kendisinden. Geçenlerde yardım edeceğim eğlenceli bir projede görsel amaçlı kullanılmak üzere dört adet kuru incir geçti elime. “Bu iş için üç tane de yeter ve ayağıma kadar gelmişken tatmak lazım, yıllarca süren önyargıyı kırmanın tam zamanı” diyerek en samimi ve nötr halimle küçük bir ısırık aldım. Fena değilmiş, devam ettim; güzel gibi… Tamamını bitirdikten sonra sonuç: Çoook güzelmiş. Yakınlaşmamızın yeri ve zamanı o gün ve orasıymış: Bir alışveriş merkezindeki bir cafe. Yanındaki şekersiz çayla da ayrıca güzel geldi bana. Uygun bir beyaz şarapla da denemeliyim. Alışveriş algıma dahil etmeyi atlamışım ama. Proje bitti ve kullanılan malzemeler sürpriz bir şekilde bana döndü. İncirler yine bana geldiler tüm güzellikleriyle. İki tanesini az önce şekersiz kahveyle birlikte tekrar değerlendirdim. Sonuç ilk denemedeki ile aynı. Olayın bilimsel bir yanı da var sanki. Bundan emin olmak için aynı koşullardaki denemelere devam etmeliyim; kahve yerine çay olmalıymış. Ya da paralel yürüyen fakat kendi içinde istikrarı olan farklı koşulları mı gözlemlesem? Sonlarda oluşturduğum gereksiz dağınıklığı da toparlayacak olursam kuru incir lezzetini çok sevdim. Taze incire de bir şans daha vermeliyim. İncir tatlısının hala bir şansı yok gibi… Bu arada incirin besin değerleri, kalorisi ve sağlığa yararlı etkileriyle ilgilenmiyorum. Kendisi benim için yalnızca keyif verici bir lezzettir.

Category: Genel, Gurme, Yaşam  | Tags: , , , ,  | Leave a Comment
Çarşamba, Ekim 20th, 2010 | Author:

“Her beş Amerikalı’dan birisi vergi usulsüzlüğü yapmayı etik olarak uygun ya da etik değerlendirmelerle ilgisiz buluyor. Yüzde 10’luk bir oran ise eşini aldatmayla ilgili de benzeri duygular taşıyor.”
Yaşama bakış açısını değerlendiren, insanların değer farklılıklarını ve alışkanlıklarını yansıtmayı amaçlayan bir anket yapılmış ve ilgi çekici sonuçlar çıkmış ortaya. Anket, yaklaşık iki yıl önce 1500 yetişkin Amerikalı ile gerçekleştirilmiş. Paw Research Center’ın yaptığı anketin sonuçları gerçekten ilgi çekici. Katılanların yüzde 88’i eşini aldatmayı etik olarak yanlış buluyor. Bütün gelirini vergide göstermemeyi etik olarak yanlış bulanların oranı ise yüzde 79. Madalyonun öbür yüzü ise uzmanlar tarafından şaşırtıcı ve hatta endişe verici olarak değerlendiriliyor: Yüzde 3’lük bir oran, başka birisiyle ilişki yaşamayı etik sayarken, yüzde 7 ise bu konunun ahlakla bir ilgisi olmadığını dile getirmiş.

Vergi konusunda ise, vergi kaçırmayı ahlaki bulanların oranı yüzde 5. Yüzde 14’lük bir kesim ise, vergi kaçırmanın etik değerlendirmeler içinde yer almadığını belirtmiş. Ankete katılanlara 10 farklı konuda sorular yöneltilmiş ve bunları “ahlaki olarak kabul edilebilir, ahlaki olarak yanlış ve ahlakla ilgili değil” şıklarından birisi ile değerlendirmeleri istenmiş. İşte sorular ve etik olarak yanlış bulunma oranları:
Çok alkol tüketmek: Yüzde 61
Kürtaj yaptırmak: Yüzde 52
Marijuana kullanmak: Yüzde 50
Homoseksüel hareketler: Yüzde 50
İncitmemek için yalan söylemek: Yüzde 43
Evli olmayan yetişkinler arasında seks: Yüzde 35
Kumar: Yüzde 35
Aşırı yemek yemek: Yüzde 32

3 Kasım 2008

Category: Yaşam  | Tags: , , , , ,  | Leave a Comment
Çarşamba, Ekim 20th, 2010 | Author:

Duygusal açlık son dönemde sıkça bahsedilen bir konu. Kişinin yaşamında duygusal bir boşluk varsa, yeterince memnun değilse hayatından ve bunu değiştirmek için birşey yapmadan öylece oturuyorsa, değiştirme plânları yapıyor fakat uygulamaya geçmiyorsa, yemekten medet ummaya devam ediyor ve gittikçe daha çok yiyor. Sonra doğal olarak kilo alıyor. Bundan da mutsuz oluyor, geçici mutluluğu yine yemekte buluyor. Bu böyle sürüp gidiyor; ta ki radikal kararlar alıp istikrarlı bir şekilde uygulamaya geçinceye kadar. Olayın tıbbi ve hormonsal kısımları hakkında uzmanlık boyutunda bilgim yok ama özetle yaşamda yeteri kadar keyif veren, heyecan veren detay olmayınca kişi direkt bir mutluluk kaynağı olan yemeğe yönelebiliyor. Duygusal doygunluk olmayınca, duygusal açlık çıkıyor ortaya. Çözüm ne? Tek çözüm var: Dolu ve renkli bir yaşam!

Yukarıda yazdıklarım, okuduklarımdan, duyduklarımdan, hissettiklerimden bende kalanlar. Toronto Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma da farklı bir konuda fakat benzer sonuçlar veren bir araştırmayla duygusal durum ve ihtiyaçlar arasındaki bağlantıyı ortaya koyuyor. Yalnızlık ve üşüme hissi arasındaki bağlantıyı araştıran iki çalışma yapılmış. İlk araştırmada 65 öğrenci iki gruba ayrılmış. Bir gruba kendilerini yalnız ve dışlanmış hissettikleri zamanlar ile ilgili anıları, diğer gruba da mutlu oldukları, kabul gördükleri  sosyal ortamlarla ilgili anıları hatırlatılmış. Daha sonra oda ısısını tahmin etmeleri istenmiş. 12 ile 40 derece arasında değişen yanıtlar gelmiş. Oda ısısını düşük tahmin edenlerin, kendilerini dışlanmış ve yalnız hissedenler olduğu gözlenmiş.

İkinci araştırma için de 52 öğrenciden, bilgisayarda bir top oyunu oynamaları istenmiş. Oyunda bazılarına birçok kez top atılırken, bazıları ile hiç oynanmamış. Daha sonra katılımcılara sıcak kahve, kraker, soğuk içecek, bir elma ya da sıcak çorbadan hangisini istedikleri sorulmuş. Oyuna dahil edilmeyenlerin sıcak çorba ya da kahveyi diğerlerine oranla daha fazla tercih ettikleri gözlenmiş. Araştırmacılar, bu kişilerin sıcak içecek ve yiyeceklere yönelmesini, dışlanma nedeniyle doğan üşüme hissinin sonucu olarak yorumlamış. Her iki araştırma da sosyal dışlanma ve yalnızlık duygusunun, kişide üşüme hissi yarattığını ortaya koymuş.

Adeta üşüme hissi yok diyebileceğim kişiler var hayatımda. Onların duygusal durumunu da bir araştırmak lâzım galiba. Kendileriyle fazlasıyla barışık ve bulundukları ortama renk katan, vazgeçilmez kişiler olduklarına dair bir tablo mu var arka plânda? ( Aslına bakılırsa var gibi.) Bu yüzden mi sinir bozucu, komik ve aynı zamanda da sempatik bir şekilde “burada nasıl üşürsünüz; burası tam olması gerektiği kadar, ideal ısıda” şeklinde tepki gösteriyorlar ortamı soğuk bulanlara? Hatta abartıp 15 derecelik ısının en az 25 derece oduğunu iddia edebiliyorlar.

29 Ekim 2008

Category: Genel, Yaşam  | Tags: , , ,  | Leave a Comment
Çarşamba, Ekim 20th, 2010 | Author:

Bir yaştan sonra öğrenilen şeyler, edinilen hobiler daha değerli oluyor sanırım. Hayatımda kıyısından köşesinden bulaştığım ve yere göğe sığdıramadığım, yapmaktan, denemiş olmaktan çok mutluluk duyduğum konular var. Uzaktan bakınca çok mühim değillermiş gibi görünüyor ama yaşarken ve devamındaki dönemlerde çok iyi hissettiriyor. Aklınızın bir köşesinde hep devam etme, yeniden başlama planları oluyor. Genelde pratiğe dönüşebilen gerçekçi plânlar…

“Lâtin Dansları” benim için böyle bir konu. Bir dönem biraz ders aldım, biraz öğrendim ve uygulama şansım da oldu. Sonra geçici olarak yollarımız ayrıldı. Reel olarak yollar ayrılıyor ama yine de sık sık kesişme noktaları oluyor. Algınız bu yöne daha bir hassaslaşıyor. Meselâ vitrinde gördüğünüz bir giysi için, bununla güzel Salsa yapılır yorumunu yaparken bulabiliyorsunuz kendinizi. Spor kanallarında dans turnuvalarını takip etmeye başlıyorsunuz mesela. Uygun müziklerle çocuğunuza basit adımları göstererek karşılıklı eğlenebiliyorsunuz. Kısaca yollar ayrılsa da olayın hayata kattığı renk devam ediyor. Hiç gerekli değilken ne var ne yokmuş diye dans giysileri ve aksesuarlarına göz atabiliyorsunuz.
28 Ekim 2008

Category: Yaşam  | Tags: , , ,  | Leave a Comment
Çarşamba, Ekim 20th, 2010 | Author:

Büyümüş hissediyor musunuz kendinizi? Yoksa ben içimdeki çocukla yaşıyorum; bir yanım hep heyecanlı, hep çocuk diyenlerden misiniz? Ben hayatımın hiçbir döneminde büyümüş hissedemedim kendimi ama çocuk gibi de hissedemedim hiç. Çocukluğuma veya gençliğime denk gelen yıllarda öyle büyük sorumluluklarım olmadı, ağır yükler altında iki büklüm olmadım ama o çocuksu heyecanları da duymadım hiç. Çok çok çok sevindiğim, çok mutlu olduğum anlar oldu ama hiç coşkuyla havalara zıplamadım. Bunun pek fazla bir kötü yanı yok, çizdiğiniz gerçekle alâkası olmayan, zor memnun edilen insan imajı dışında.
Evet içimdeki çocuk, çocuksu yanım gibi duygularım olmadı hiç ama büyümüş de hissetmedim hiçbir zaman. Aynaya bakıyorum sıkça, göz kenarlarım, çizgiler ne durumda diye; var biraz ama hâlâ idare eder gibi. Dikkati çeken vahim bir durum yok. Beyazlar var saçımda bolca ama o da çaresiz bir durum değil, dert etmeye değmez. Fiziksel olarak henüz bariz işaretler yok, şanslıyım.
Büyümüş ve belki de yaşlanmış gibi hissettiğim istisnai anlar da olmadı değil. Çok garipsedim aslında kendimi ama çok da hoşuma gitti bu anlar. 2004 ilkbaharında, bir arkadaşımızın nikâhındaydık. İmza faslında tuhaf bir şekilde gözlerim doldu, çok huzurlu geldi o an. Yaşlanma alâmeti galiba bu hissettiğim dedim ama bundan da mutluluk duydum dünyanın en duygusuz insanlarından biri olarak. Sonra da unuttum gitti açıkçası.

Bu gece de yine benzer bir sürpriz varmış beni bekleyen. Bir cumartesi gecesi; yaklaşık iki saat önce, 23:00 civarı sahil trafiğindeki yoğunluk yüzünden gideceğimiz yolun bir kısmını yürümek zorunda kaldık ama bu keyfimizi kaçırmadı. Eşim ve oğlumla daha önce geçmediğimiz bir sokağa girdik. Yüksek bir müzik sesi vardı sokakta. Birileri eğleniyor herhalde dedik biraz da sesin şiddetini yadırgayarak, haksız ve yanlış bularak. Birkaç adım sonra bir bahçede çalan türkülere eşlik eden, oynayan şık giyimli bir kalabalık gördük. Büyük olasılıkla bir kına gecesiydi. Oğlum “biz de katılalım mı onlara” dedi. Onun bu talebi, bunu doğal ve olabilir bulması hoşumuza gitti ama reddettik tabii ki. “Gitsek n’olur ki, hoşgeldiniz deyip, buyur ederler her halde” diye konuştuk ona duyurmamaya çalışarak. Sonra yolumuza devam ettik. Belki oğlumun tepkisinin de etkisiyle, kına gecesi olduğunu varsaydığımız eğlence çok alışık olmadığım bir mutluluk verdi bana anlık da olsa. Bir kez daha büyümüş hissettim kendimi ama o da bir anlıkmış çabucak döndüm eski halime.
24 Ağustos 2008

Çarşamba, Ekim 20th, 2010 | Author:


Yalın – Kalamadım ( Official Music Video ) ile PureTurkishHits
Ayrılık şarkılarını, ayrılık filmlerini, mutsuzluk öykülerini sevmem. Olağanüstü bulduğum ayrılık şarkıları, filmler, resimler ve birçok şey olabilir. Beğenirim ama sevemem, detaylarını çabucak unuturum. Çok sevdiğim müziklere bakıyorum da çok belirgin olan iki unsur var: Ya tamamen hislerime tercüman olacak, olmasa da bendekileri farketmemi sağlayacak ve melodisinin, ruhunun içine çekecek, üzgün de olsa huzurlu olacak; ya da çok eğlenceli olacak. O kadar eğlenceli olacak ki dinlerken başka hiçbirşeyle uğraşmama izin vermeyip, bütün konsantrasyonumu kendisine çekecek. Beklenti bu kadar yüksek olunca bulmak zor olmuyor mu? Hayır… Çünkü bunlar bir arayışın sonucunda ortaya çıkmış veriler değil. Eldekiler değerlendirildiğinde ulaşılan sonuç.

Şimdi yazarken farkettim, galiba çok şey bekliyorum şarkılardan, müzikten. Hem beni anlasın ama üzmesin, hem de kafamı dağıtsın, eğlendirsin… Ama ikisini bir arada istemiyorum, yani öyle bir şartım yok. Öyle olanları da reddedemem tabii ki; onların yeri apayrı. Mutsuz şarkılardan, filmlerden başlamıştım ama farkında olmadan sürpriz bir yere geldim galiba. Müzikler arkadaşlara mı benziyor ne? Bazı arkadaşlarla daha çok sakin sohbetler yapılır, çok güzel vakit geçirilir. Kimisi ise yerinde duramaz, varlığı bile eğlenmeye kelimenin gerçek anlamıyla eğlendirmeye yetebilir. İkisine birden sahip olanlar, öyle hissedenler çok şanslı. Bazı mutsuz şarkılar da mutsuzluk veren, gülmeyen, kendi negatif enerjisini çevresine yayan ama aslında iyiniyetli olan arkadaşlara benziyorlar gibi.
20 Ağustos 2008